25 Ekim 2012 Perşembe

Stefan Zweig'in Son Günleri



Tarihi bir kitap okuyacaksak,tarihi bir dizi-film izleyeceksek; o şeye başlamadan önce aslında bilmeden büyük bir risk alırız. Okuyacağımız şey gerçektir,biz belki daha dünyaya gelmeden veya bilmediğimiz bir yerde,geçmişte yaşanan olayları konu alır o kitap. Peki biz gerçekleri duymaya hazır mıyız? Ve bu yükü kaldırabilecek miyiz acaba? İşte bu konuda aldığımız risk,aslında çok büyüktür. Kendi adıma söyleyebilirim ki,yüreğim 2.Dünya Savaşı sırasında olanları kaldırmıyor.

Piyanist filmini izlediniz mi mesela?Ben ağlamaktan izleyemedim ki.

İşte bu hafta Stefan Zweig'in Son Günleri'ni okudum. Öyle güzel bir kitap ki.Dili,kurgusu gerçekten mükemmel. Hatta dil aşırı iyi,sanki o mekanda o saatleri yaşıyorsunuz siz de sayın Zweigle birlikte.Hatta keşke kitabın her satırını buraya dökmek mümkün olsaydı da size de tattırabilseydim bu mükemmelliği.

Stefan Zweig Ata'mızla yaşıtmış,1881 doğumlu. Yahudi kökenli kendisi. (Aha!) Hiç bir ideoloji ve dinden yana değil.Zaten bu yüzden Yahudi olduğu için işkence görmesi ona ağır geliyor.Çünkü gerçek manada Yahudiliğe merak salmamış.Bir sandık dolusu kitabı var,kitapları çok güzel.Küçükken Satranç'ı okumuştum.Belki o da yaşarken kıymeti bilinmeyenlerden,tabi Almanlar tarafından. Çünkü okuduklarım sayesinde fark ettim ki döneminin en iyi yazarlarından biri,adı Thomas Mann,Einstein gibilerle anılıyor.Büyük insan.

Kitap aslında yazar ve eşinin son yolculuğu Brezilya'da geçiyor gibi,ama geçmişe yolculuk içeren bir kitap.Mütemadiyen geçmişe gidiyoruz. Zweig Avusturya doğumlu,ama Avusturya'ya kırgın.Tıpkı İran devriminden sonra ülkesine kırgın olup da orayı terk eden İranlılar gibi. 

Zweig doğduğu yer olan Salzburg'u unutmak istiyor. Çünkü Salzburg artık Alman,diyor kendine.Avusturya yolunu şaşırmış zihinlerde başıboş dolaşan hayaletti.Ölü bedendi.Gömme işlemi Helden Meydanı'nda cereyan etmişti;büyüklük hayallerini yeniden yaldızlamaya,Yahudileşmiş Viyana'ya parlaklığını ve saflığını geri vermeye gelmiş adamı,Führer'ini alkışlayan bir halkın "yaşa", "var ol" nidaları eşliğinde.Avusturya kendini Hitler'e sunmuştu. (sayfa 15) 

Kitaplar yakılmıştı.Kendininkiler,Roth'unkiler,Hoffmansthal'ınkiler.Yahudi çocuklar okullarından kovulmuştu.

ve aslında Zweig'in kaçış hikayesi bir makale ile başladı:

Viyana Belediyesi Yahudilerin oturduğu dairelerde gazı kesme kararı aldı.Bu konutlarda gazla intihar edenlerin artması,vatandaşın rahatını kaçırdığından,gazla intihar etmek bundan böyle kamu düzenini bozmak olarak kabul edilecek.

Zweig bu savaşın bundan öncekilerle hiç bir benzerliği bulunmayacağını anlamıştı.

Brezilya,Persepolisteki evinde,verandada oturmayı çok seviyor Zweig.Burası en son durağı.Çok yer gezmiş,en son buraya kaçmış.Zaten burada ölecek. Ben bir yazar olmasam da,bir yazarın duygu durumundan az çok haberim var.
Veranda,huzura açılan kapıdır düşünmeyi seven insanlar için.Nereye gitse kitaplarını yanından ayırmıyor,işte onu anlamak için bir sebep daha bana.Çünkü kitaplarım çocuğum gibi olmuş benim de artık. "Zweig'in kitapları da hiç çocuğu olmayacak biri olarak onun biricik oğullarıydılar aslında."

Ah aklından çıkmıyor kitaplarının yakıldığı gün! Sadece Yahudi olduğu için.Romanlarımın kahramanları diyordu,yakılarak can verdiler.

Geçmişi unutmak,geçmişle bağını kopartmak istiyordu.

Bloglarımı okuyanlar bilirler,okuduğum kitabın arkasında dönenler sahnede dönenlerden daha çok hoşuma gider.Bunlarla ilgilenmeyi,arka planı didiklemeyi çok severim.Ve aslında arka planı olmayan,dümdüz tek bir meseleyi anlatan kitabı,çok ayrıntılı anlatmış da olsa sevmem. Yalnız,arka planda olanları irdeleme işi biraz da kişiye bağlıdır.Bakmazsa görmez.

Stefan Zweig'in Son Günleri,bu bağlamda ne kadar zengin ve de sarsıcı. Çünkü tarihsel bir gerçeklik,2.Dünya Savaşı ve Yahudilere yapılan bu işkenceler ön planda anlatılırken,arka planda bir genç kadının acı çekişine şahit oluyoruz hepimiz.

Elizabeth Charlotte Altmann,gözlerinin derinliklerinde,yaşantısının akışının artık ona hiç sunmadığı bir bağışlayıcılık vaadi taşıyordu.

Lotte Zweig'in ikinci eşi. İlk eşi Frederike tanıştırıyor onları ve bir gün Frederike dışarıdayken geri geldiğinde elele buluyor onları.Anladığım kadarıyla Frederike vakar bir şekilde karşılıyor bu olanları,çünkü dost kalıyorlar.Ama Lotte bunun yükünü hep içinde taşımaya devam ediyor.Mesela Zweig otobiyografisini yazarken,Frederikeye yakın bir yerde yaşamak istiyor;sürekli ona sorması gereken sorular var çünkü.Bu Lotte'yi çok acıtıyor.

Ve acıları dinmek bilmiyor.Sağlık sorunları var,astımı var.Boğazı sorunlu. Oradan oraya taşınırken,biraz da bunlardan dolayı kaçıp zarar görmeye devam ediyor.Hiç bir zaman çocuğu olmayacağının bilincinde.Çocuk doğurursan ölürsün diyor doktorlar.

Zweig'in hayatında önemli bir yere sahip olmadığını düşünüyor.Onun günlüklerini okurken,evlendiği gün şöyle yazıyor(bu da ayrı bir iç yarası):

Çarşamba,6 Eylül:Acele bir yemek yiyip traş oldum,sonra fazla merasime girişmeden nikah kıyıldı;verilen belgede L.A yı resmi nikahlı eşim olarak aldığım yazılıydı.


Uykularında sürekli geçmişlerini görüyorlar.Geçmiş yüzler,aileleri,arkadaşları,asla doğmayacak çocukları,asla yapılmayacak aile toplantıları,eğlenceleri.Allah'ım,empati yaptığımızda bile insanın içine bir şeyler oturuyor.

Yazarın hatıralarında bir şey var ki,çok üzdü beni.

Joseph Roth geliyor bir gece Zweig'e.Eşinin akıbetini soruyor.(Roth'un eşinin) Eşi Yahudi ve akıl hastası. Bir gece eve gelip götürüyorlar onu ve bir daha haber alamıyor Roth ondan.Zweig için rahat olsun diyor Roth'a,eşin iyi rahatı yerinde.İsviçre'de tedavi oluyor. Ama yalan. Gestapo tarafından aranan Frederike Roth (tesadüfe bakın ki onun eşinin adı da Frederike) bir gece bulunduğu evinden apar topar götürülüyor ve bir kamyona bindiriliyor.Bu kamyonda başka akıl hastaları da var. Hep birlikte Linz psikiyatri hastanesine varıyorlar ve akıl hastalarının striknin enjekte edilmek suretiyle elenmesini hedefleyen Aktion T4 adlı Nazi programı doğrultusunda,Frederike Roth ve diğer hastalar katlediliyor.

Ne büyük acılar bunlar.Hayatım boyunca unutamayacağım bir hikaye.

Zweig yarının bugünden daha kötü olacağına inanıyordu.Nitekim öyle de oldu.

Gamalı haçın yüzyıllarca Avrupa'nın üzerinde dolaşacak bir kara bulut olduğunu düşünüyordu.

Hepimizin okuyup ders alması gereken bir kitap.

Kimse inançları yüzünden yargılanmasın,acı çekmesin diye.

Herkese mutlu bayramlar.

1 yorum:

  1. ecuk rumuzlu kardesim;boylesine Humaniter Duygulu yorumún icin sana selamlar,ve her sey gonlunce olsun dileklerimi yolluyorum,
    Ic Dunyasi,bir Kainat olan S.Zweig i Rahmetle aniyor,Insanligin Tum Zweig larina selam olsun Diyorum,

    YanıtlaSil