15 Mayıs 2011 Pazar

Mazinin tozlu sayfaları... Hadi ordan.

Küçükken yazlarımı geçirdiğim Silivri'deki evimizdeydik bugün. Doğumgününden bir gün önce, küçükken uğrunda ağlayıp zırladığın ev ve ortamı görmek değişik duygular uyandırdı. Bir kere, büyüdüğümü hissediyorum artık. Büyümek demesek de (bu başka insanların takdiridir),nihayetinde biyolojik olarak yaş ilerliyor. Bu takdir gerektirmez en azından. Bütün gün sanki sürekli dakikalar geçiyor diye üzülürken buldum kendimi. Bir şeyler okumaya çalıştım paso, hani zamanımı akıllıca kullanmaya çalışıyorum güya. Şimdi efendim zaten düşününce 20 sene neyle geçmiş ? Okumakla. Hani ilk ayet adeta yaşam felsefem olmuş benim,tamamdır.

Konuyu saptırmayayım; ömrümün 5 senesinin geçtiği eve 8 ay sonra bir daha gittim baktım, değişik duygular uyanıyor. Acaba "doğduğun yer mi doyduğun yer mi" falan geyiğini yapsak mı dedim. Baktım olmaz. Ama nedir bizi çocukluğumuzun geçtiği yerlere bu kadar bağlayan şeyler? Bunları her zaman yaptığım gibi maddeler halinde sıraladım. (E bu da benim tarzım,naparsınız?)

1.Arkadaşlık : Kutu kutu penseler ve arkadaşım elma yerse halinin ne olacağını tartıştığım oyunlarla başladı her şey. Ama aslında bizim çağımız çok garson boy dedikleri bir çağ oldu her zaman. Bilgisayar oyunları ve sokak oyunları kıyasıya kapıştı. Araya teletabiler girdi,kah sarıldık,kah bir işi bir oluşu bir kılışı 40 aynı cümleyle ifade ettik. Evet aslında teletabiler bizden çok şey götürdü,neyse. Sözün özü, arkadaş ortamı her zaman için bağlayıcı etken olmuştur söz konusu büyüdüğün yeri sevmekse. İlk başta son lokmayı bisikletin tepesinde yersin. Mayondan sular sarkarak gelirsin eve, ama amaç vakit kaybetmemektir. Saat kaçta dendiyse o saatte buluşulur. Saçma sapan ama oynanması gereken oyunlar oynarsın.En güzel ayakkabı kiminmiş mesela,grubun en bilmiş elemanı bunu seçer. (Hiç aklıma gelmezdi benim) Evet şimdi saçma sapan gelebilir ama o zamanın behrinde yapılması gerekmiştir,yaparsın. Ama en sonunda sinsice büyürsün,bir gün hiç birini tanımaz olursun. Sanal alemde burnunun dibinde olan insanlar yolda görürler, ama selam vermezler ince bir tebessümle geçiştirirler tüm o yaşanmışlıkları.(Hayır Müslüm Gürses dinlemedim.)

2.Bakkal: Bizim bakkalımızın adı Hüseyindi, ben kendimce Hüseminleştirmiştim onu. Evet onun adı Hüsemin olsa çok daha şık olurdu bence diye düşünüp o şekilde seslenmiş olabilirim çoğu zaman. Hüseyin Amcamız vardı Allah rahmet eylesin, adamcağız hiç bir zaman lira ve Türk parasındaki 0'ların ilişkisini anlayamadan vefat etti. Bana göre Silivri'nin anlamı oydu,zaten o öldükten sonra hiç bir şey eskisi gibi olmadı. Şu lira işlerinden kazıklandıysa bilemiyorum ama.

3. Park: Koskocaman bir parkımız vardı, çılgınca koştuğumuz. Yanaklarım en son orada pembeleşmiştir diye düşünüyorum. Ezelden beri sosyal ilişkilerim iyi değildir zaten, orada da az laf yememişimdir milletten. Parkın haricinde havuz ve deniz de suyu seven çocuklar için korkunç etkilidir bence. Sırf su değil, sanki dünyanın en büyük mühendisiymişsiniz gibi yaptığınız kaleler de bu döneme damgasını vurur. Ben kale yapmaktan korkunç sıkılırdım ama midye kabuklu pasta yapardım,favorimdi. Yiyen çocuklar da olmuştu tabii,laf aramızda.

4.Komşular: Şu yaşıma kadar öyle aşırı boğazlı bir insan olmadım. Annemin yaptıklarına aşırı düşkünlüğüm vardır ama komşuların yaptığı yemeklere düşkünlüklerim olmadı hiç. Dışarıda yediğim yemekler ise sınırlıdır. (Bilen bilir Kfc bağımlılığım vardır mesela.) Yani bu başlığın açıklaması komşuların yaptığı yemekler değil maalesef. (zaten anacığımdan konu komşuya sıra mı gelir?) Ama her zaman muhabbetlerini severdim, farklı farklı ortamlar olurdu komşularla. Mesela sahile komşu teyzelerle inmenin yeri ayrıdır. Burada bir komşu çay demler. (çay her türlü kabulümdür.) Bir başka komşu yiyecek yapar getirir. Böylece çeşitler çoğalır. Sonra sahil kadınlar hamamına döner. Komşuların kahveye gelmesi daha farklıdır. Kesin görüşülecek bir konu vardır.Yaşın müsaitse oturur dinlersin ama muhtemelen seni sarmaz. Bir de akşamları okey oynamak için toplanılır veya da oturup dizi seyretmek için. Bu en fenasıdır. Gerçekten sıkıntıdan koltuk tepelerinde uyursun. Ama yine de tadı başkadır.

İşte böyle. Bunları yazarken bir kez daha uçtum gittim :) Bu seferki 20 yıllık gözlem oldu. Çok kıymetli yani anlayacağınız.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder